31 Ekim 2008 Cuma

gelmelisin sevgilim...

düşlerimiz vardı ellerimizde yok olan
sessizce giderken sevgili
arkasından öylece izlemekle yetindik sadece
onsuzluğun ızdırabına sürüklenirken yüreğimiz
sesini duymadık bile
taa ki canımız yanana kadar
işte o zaman yüreğimizi dinledik
ve
susup sevgiliyi bekledik
gelecekti
gelmek zorundaydı
yoksa boşuna mı çekilecekti onca acı
yoksa
yoksa boşuna mı ölümlere uyanacaktık her sabah
gelmeliydi sevgili
gelmeliydi ve
sarmalıydı bedenimizi sonsuza kadar...

30 Ekim 2008 Perşembe

baba(!)

alfabenin iki harfi. biri sesli biri sessiz. iki hece. tek kelime. yanyana gelince anlam kazanan kimilerince, kimilerince de boş bir kelimeden ibaret.
sohbetler arasında geçtiği zaman kiminin yüzünü güldüren, kimi için ise sadece acı.
herkes ister başını okşayacak birini. bu insanın babası olmasını ister. ama işte hayat insana insanın istedklerini değil de kendi istediklerini yaşatıyor. kimilerine sıcak bir gülümsemeyi doya doya yaşatırken kimilerine o sıcaklığı, güveni, yaptığı ve yapacağı bütün hatalara rağmen affedip kucaklayacağı iki adet kolu çok görmekte.
bazılarının babaları ölmüştür; yaşayamaz o güzelliği (güzel mi acaba gerçekten). o sıcaklığı bulamaz başka yerde. sevgilide, annede, abide, ablada, kardeşte, arkadaşta, dostta...
kimilerinin babası o çok küçükken terk etmiştir. affedememiştir bu yüzden. ki haklıdır da. o hayatı bütün kötülükleriyle, olumsuzluklarıyla, zorluklarıyla göğüslemek zorunda kaldığında o eli uzatmamıştır. bir gün bile görememiştir hissedememiştir o güveni. yalnızdır hayatın zor mücadelesinde...
birde yanındayken bile babası onsuz olanlar vardır. işte en zor olanı budur. yanındadır ama yine de yanında değildir. elini uzatsan elin havada kalır öylece bomboş. sırtını dayasan karanlıkta kaybolursun. çünkü arkanda değildir. yıkılırsın. dizlerinin üstüne çöküp ağlasan yanından geçip gider umarsızca. uyurken kabuslarla kan ter içinde uyandığında sarmaz seni. bir bardak su getirip saçını okşamaz korkma diyerek. sokakta kavga etsen dayak yesen gelmez seni korumak için. ölümden dönsen bile bir damla yaş dökmez. yanlış yola girdiğinde uyarmaz, kollamaz seni. canın yanar çevrendekil insanların babalarıyla şakalaştığını, oyunlar oynadığını, sohbet ettiğini gördüğünde. neden diye soramazsın. neden benim babam böyle değil diyemezsin. çünkü baba kelimesi boştur artık senin için.
oysa istediğim cebimde harçlık değil, üstüme en pahalı markalı kıyafetler alması değil, istediğim ev ya da araba değil ya da dünyaya sahip olmak değil. tek istediğim yanımda olmasına rağmen çok uzağımda olan insana içten sıcacık bir ''BABA'' dediğimde bana sarılan ama gerçekten içinden gelerek sımsıkı sımsıcak sarılacak bir çift koldu. o unuttuğum insanın bir türlü baba diyemediğim insanın sıcaklığıydı. ona düşünmeden sırtımı yaslayabilecek güveni hissetmekti.
tamam tamam susuyorum ağlamayacağım bu defa da.
hoşça kal ismini söyleyemediğim adam. sevgisini, sıcaklığını, samimiyetini hissedemediğim adam.
HOŞÇA KAL...

Sen

Ayrılırken,
Kollarından kesiliyor kollarım..
Ardında bıraktığı şavkı,
Mavi derinliğin yakamozunda,
Üzülüveriyorum..
Yine bensiz yatacaksın..
Olsun gülüm..
Gölgem uzanıveriyor, tutuyor ellerinden,
Ve sen hep kollarımdasın..

29 Ekim 2008 Çarşamba

dostlarıma...

zamandı var olan
yarım yamalak düşlerin arkasında
bir çift siyah gözle bizi izleyen
konuşan saatlerin
tıkırtılarıyla boğuşan uykulu gözlerimiz
parçalanmış
bitmek üzere olan son rüyalarıydı ömrümüzün
kıskaca alınmış soluklarımız gibi kesik
ve
acılı öksürüklerle atılan zehirdi
hayatlarımızdan kopan saniyeler
ve
yalnızlığın ürperten soğuğuydu kullanılan yaşamlarımız
sessizce çekip giderken
ve
omzumuza alıp ölüm denilen ceketi
son bir veda için uğradığımız dostların iç burkan sarılmalarıydı
içimizi acıtan
oysa bir vedaya sığmamalıydık
uzun uzadıya sohbetlerle gitmeliydik yüreklerinden
yine buluşacağımızın son teminatını vererek
şimdi veda ediyoruz
ama
üstümüze çektiğimiz toprağın koynunda buluşacağız
şimdi gönül rahatlığıyla söylüyorum
hoşça kalın...